Geçen senenin Haziran ayı, o zamanlar mesaili bir işte çalışıyorum. Adamlarımız Avrupa turnesine Atina’dan başlamış, instagramlar oralar buralar Coldplay konser videoları ile dolup taşıyor. Ara ara bilet bakıyorum, ara ara sıradaki şehir hangisiydi, Almanya’da mı güzel olur yoksa İtalya mı? Ama iş durumundan ötürü 2 gün sonrayı bile göremiyoruz, ya çok yoğun olursa, bin tane zihinsel bahaneler. Kesin diyorum bu sefer de hayallerde olacak, bucketlist’imde yer alan ömrü hayatımda bir Coldplay konser çentiği eksik kalacak.
Şeytanın bacağını kırıyormuşum o günlerde meğer. Kurban bayramında 2 gün çalışmayacağız diyor patronlar. Pazar ve Pazartesi gününe denk geliyor bu da. Bu arada yaşanılan gün Cuma, sabah 10.00 civarı, içimden diyorum Cumartesi gününü kafa izni alsam, bu akşam üzeri Dalaman’dan Bratislava’ya direkt uçsam, Pazartesi akşam üzeri de dönsem, ooo oooo bunları düşünürken nabzım 120’lere çıkıyor, ellerim terliyor. Heyecan, adrenalin depolamışım sanki.
Plan şu, Bratislava–Budapeşte arası trenle 2 saat ama bende bu fikirler dolanırken ne bir konser bileti var ortada, ne otel, ne tren, ne de uçak bileti, haaa ne de Cumartesi için kafa izni. 12.00’ye kadar dolanıyorum, ve cesaretimi toplayıp kafa iznini soruyorum önce. Evet 2024, 47 yaşındayım, bin tane iş yapmışım ama izin alacağım zamanlar hep bir borçluymuşum gibi ezilip büzülmeler. Daha da ajite etmeden o izni bir çırpıda aldığımı veee o hızla Rynair sayfası PNR görüntüsü, komik bir paraya. Ayrıca Dalaman’dan taaa Avrupa’ya İstanbul aktarması yapmadan direkt gitmek de ayrı heyecanlandırıyor beni. Giriş kısmını çok uzatmayayım, 15.30 gibi eve gidip hızlı bir bavul, otelleri, konser biletini, tren biletini havaalanında yaparım diyorum. Hiç endişe yok ya bulamazsam diye, bütçe de yapmıyorum bu benim kendime son yıllarda verdiğim en büyük, en güzel ödül diyorum.
Havalanındayım, Burger King yiyip iyice yoldan çıkmışlığımı, kafamdaki kuralları siliyorum gibi bir anda. Uçak nanay ama yanımdaki Avusturyalı hanımla sohbet ederek ve low-cost uçakta ücretli bira içerek geçiyor 3 saat.
İlk defa gidilen o şehirdeki ilk 10 dk…
Doğu Avrupa ülkelerinde Uber yerine Bolt daha aktif ve sanki birazcık daha ucuz gibi, indirmiştim evvelinde. Uçaktan iner inmez Bolt’a atlayıp şehrin göbeğinde millerimle aldığım otelime doğru yola koyuluyorum.
Bu arada şehir nereye benziyor? Daha önce gelmişim gibi hissettim mi? Caddeler, evler, ışıklar nasıl? Ya reklam tabelaları. Tanıdık markalar var mı? Alım gücü nasıl, mutlu bir şehir mi?
Sokaktaki diğer insanları saat kaç olursa ona göre incelemek. Araba markaları, plakalara bakmak. Taksicinin dinlediği radyo istasyonu, çalan müzik yerli mi enternasyonal mi? Yazın geldiğinde kışı nasıldır, kışın geldiğinde yazı nasıldır düşünceleri. Acaba yönleri, yolları çabuk kavrar mıyım? İşte o ilk 10 dk havaalanı exit kapısından açık havaya çıktıktan sonra başlayan düşünceler.
Brastislava iner inmez Lviv’i hatırlattı bana. Prag’a benzetmiş kimileri bende o his uyanmıyor pek. Otelimdeyim. Bir ılık duş sonra akşam yürüyüşü, Avrupa UEFA kupası maçları var bu arada ekranlarda… Küçücük ama cıvıl cıvıl bir şehir, şimdilik…
1 tam gün geçirdikten sonra diyorum ki aslında yetermiş. Bitti çünkü, birkaç restoran kafe gezip, bol bol yürüdükten sonra… Ana hedefime giden yolda uygun fiyatlı uçak bilet lokasyonu Bratislava. Bratislava o kadar küçük ki, Budapeşte trenine kadar oyalanacak bir şey bile bulamıyorum.
Bunu hele bir de Budapeşte’ye vardıktan, Budapeşte’nin yaz halini gördükten sonra ah akılsız İrem diye kendime söylenerek geçiriyorum bir süreyi.
Bratislava- Budapeşte arası trenle 2 saat kadar, üstelik oldukça keyifli bir yol, bir süre Tuna kenarında köyler, kasabalar arasında gidiyorsunuz. Tren istasyonuna varınca yine Bolt çağırıyorum ve 15 dk sonra şehrin merkezinde 3-5 ay önce açılmış olan, Allahım bu ne güzel keyifli bir otel diyeceğim ve sadece 1 gece kalacağım Hotel Gin‘e varıyorum. Budapeşte dışarıda capcanlı, odam muhteşem, azıcık yatsam mı, odanın keyfine mi varsam, ama dışarıdaki hayatı da kaçırmak istemiyorum. Ah akılsızım ne diye kalırsın Bratislava’da 2 gece, 1 gece kal, doy sonra gel Avrupa’nın en güzel şehrine ama olan olmuş artık. Duşumu alıp, üzerimi değişip çıkıyorum sokaklara, lobideki arkadaş iyi bir restoran tavsiye ediyor, gidiyorum oraya koşar ayak. Güzel tavsiye imiş, keyfim yerinde. Konser 20.00 gibi başlayacak, ona göre saatlerimi planlıyorum, şehirde yürüyüş, Tuna kıyısında bir tur. Odaya geri gidiş ve taksi ile Puskás Aréna‘ ya gitmeyi planlıyorum.
Budapeşte taksicileri planları ve sinirleri bozuyor
Stresliyim, otelden konser alanına google maps 20 dk diyor. Ok sorun yok. Ama ortada taksi yok. Uber-Bolt hepsini deniyorum, kabuller, iptaller, kabuller, iptaller. Biraz yürüyüp noktamı değiştiriyorum yine başarısızlık. Tabi böyle büyük bir konser şehrin düzenini de biraz değiştirmiş. Yoldan taksi durduruyorum almam diyor. Mesaim bitti diyenler de oluyor. İstanbul taksicileri ile kabalıkta kapışan Budapeşte taksileri. 1 saat kadar sürüyor bu savaş. Geç kalır mıyım stresi, tansiyonum mu düşüyor üstüne bir de. O kadar yol gel sen, konseri mi kaçıracağım yoksa?! Negatif tüm düşünceler derken bi taksi duruyor. 60 yaşlarında küfrede küfrede araba kullanan bir abimiz. Neyse kabul ediyor beni. Oh şükür diyorum. Ama bitmemiş maceramız. Yellene yellene camlar açık stada doğru diyoruz, stad civarı trafik o biçim. Bizimki ters yönden giriyor bir yerlere ve bir benzinlikte in burada yürü azıcık diyor. Bulduğuma şükrettiğim için ne dese yapacağım artık. Kredi kartımı uzatıyorum hadi hadi diyor çabuk ol ve in. Kartı alıp, kapıyı kapattığım an Garanti Bankasından 40 € çekildi mesajı geliyor. Ulen hıyartooo diye bağırıyorum arkasında, el sallıyorum, dur çok çekmişsin falan derken bizimki trafiği yarıp kayboluyor. Normalde 10-12 € tutan yer için 40 ödemiş oldum. İrem soğuk su iç ve sus, 1 saat beklemenin üzerine bu zaten fazla geliyor.
VIP bilet farkı
Aslında çok bilinçli olarak almadım VIP bileti, zaten tek başıma gidiyorum, yeri iyi olsun, sahneyi rahat göreyim diye viagogo.com‘da 8.000 ₺”‘ye bulduğum bir biletti bu. İşte buna çok seviniyorum. Çünkü giriş farklı kapıdan, sıra beklemeden, son derece ferah ve güvenli bir şekilde içeri giriyorum. Girişte herkese plastik bir bileklik veriyorlar.Konser sırasında marifeti olan bir bileklik. İlk yaptığım iş konser tişörtü almak oluyor. Hayallerimden birini gerçekleştirirken bunun bir anısı kalmalı fiziki olarak da. Yerimi buluyorum. Konsere daha var, o kadar strese gerek yokmuş diyorum, ama bilemiyor da insan. Ön grup çıkıyor, ismini bile hatırlamıyorum ama tırt bir kız. Hafif hava kararmaya başlıyor, lounge’ı olan katta biletim gidip bir içki alıyorum kendime. Yanımda bir Çinli çift var, turist de çok benim gibi.
Veeee ışıklar sönüyor, Chris Martin en son çıkacak şekilde grup üyeleri sahnede yerini alıyor. Muuuuh teeee şeeeeeem. Ağlamamak için zor tutuyorum kendimi. Öyle böyle değil yaşadığım duygu. 2 saat boyunca tüm bildiğim şarkılarla birlikte yeni singlelarını da söylüyorlar. Show olağan üstü, ışık, balonlar, dev toplar üzerine kurulu. Bir Madonna, Dua Lipa konseri gibi dans ağırlıklı değil. Neticede Rock band kendileri, hem de Britishhhh. Yerimden çok memnunum, konserden sarhoşum. İnsan çok mutlu olduğunda hakikaten sarhoş, çakırkeyf oluyor. İçmeden de demek istedim. Mutluluk sarhoşu demek oradan geliyor diyorum içimden. Tek başıma dans ederek, bağıra çağıra şarkı söyleyerek geçiyor. Annem ve ablama yazıyorum arada.
Çok mutluyum, çok. Bitmesin istiyor insan. Hatta turne rehberine bakıyorum daha nerelerde var konserleri, nereye gidebilirim diye. Abartma İrem demiyor içimdeki ses de.
Konser bitiyor, Çinli çifte beni de çekin diyorum onların fotoğrafını çektikten sonra. Kötü fotoğraf ama neyse diyorum. Çıkışta elimizdeki bileklikleri teslim ediyoruz. Görevlerini şahane şekilde tamamladılar, ışıl ışıl bir show yaptılar. Dönüş meşakkatli, metro girişinde binlerce insan bekliyor, taksi yok yine, biraz yürüyeyim diyorum ya da bir şeyler mi yesem, oralarda da kuyruklar tabi. Otele dönüşüm 2 saati buluyor, zar zor bir boşa çıkan bir taksiyi yakalıyorum. Güzelim otelime gelip duş ve cumburlop yatak. Ayacıklarım ağrımış azıcık. Sabah kahvaltımı yapıp trene, trenle Bratislava, oradan Bolt ile havaalanı ve Dalaman…
Sonuç
Aradan bir sene geçti neredeyse, bu yazıyı yazdığım şu gün New Jersey’deyim, hava dışarıda yağışlı. İyi ki yapmışım dediğim en güzel şeylerden biri olarak hayat çizgimde dönüm noktası olarak yerini alıyor. Hatta US turnesi var Coldplay’in ben bi bakayım tarihlere ve şehirlere 2 dk.
****Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen mutlu bir insan olursun dedi Simyacı.
Çölde bir hayat, gökyüzünde yıldızlar ve insan hayatının bulunduğu her yerde bir bayram, şenlik***