Gelmeden önce onlarca tavsiye aldım elbette. Herkes kendi sevdiği, beğendiğini önerdi New York’ta yaşamam, görmem için.
Arkadaşım Gonca’nın bak sakın atlama dediklerini yapma günü ilan ediyorum bugünü.
New Jersey’den yine trenle New York Penn Station‘a gelip, oradan da metro ile istikamet Hudson caddesi üzerinden West Village bölgesini kafama göre gezmek. Kafama göre derken, semt olarak önceliğim Tribeca, Chelsea, Greenwich bölgesi hatta yeniden Penn Station’a geri yürüyecek kadar gezmek, gezmek, gezmek. Bloklar arası hafif esen rüzgar da güneşin baskısını hafifleterek, yürüyüşümü kolaylaştırıyor.
Elimde telefonumda yine maps.me açık. Ara ara bakıyorum, beğendiğim yerleri de işaretliyorum. Hem ileride lazım olur hem de bu yazıyı yazarken de faydalanıyorum. Hudson Avenue oldukça sakin, birkaç nezih restoran önünden geçerek yürümeye devam ediyorum. Bolca tasarım dükkanları da var bu cadde üzerinde. Genel profil New York merkeze göre farklı, hoş burası da merkez sayılır, ama meşhur caddelerden farklı insanları görüyorum.
Gözüme kestirdiğim ara sokaklarda dolaşırken hah işte görmek istediğim binalar bunlar diyorum. Çok geniş olmayan sokaklar, kırmızı binalar ve hepsinin önünde Sex And The City dizisindeki evin merdivenleri. A- a e ben zaten o dizinin çekildiği sokaklarda geziyormuşum! Bleecker Street’ten Perry Street’e sapınca dizinin baş kahramanının evinin önünden geçiyorum. Pek çok kişi fotoğraf çekiyor o bölgede. Az da olsa turist var benim gibi. Birkaç sokak öteden mis gibi kokular geliyor, köşede ünlü fırın zinciri Maison Kayser varmış meğer.
Arada nefis kafeler var, ha şurada ha burada oturayım derken ben sanırım 5-6 km kadar yol yapmış oluyorum. Greenwich street de New York’un popüler caddelerinden biri. Gir çık gir çık derken pilim bitmek üzere. Sadece ilgimi çeken sokaklara girmek gibisi var mı? Yok sanırım.
Bu bol yürüyüşlü günü bir de alışveriş ile taçlandırsam mı?
Aslında New Jersey Summit istasyonuna bisikletle gelmiştim, oradan eve yine bisikletle döneceğim için çok bir şey almasam iyi olur. 6th Avenue üzerinde bir TJ-Maxx görüyorum, altında da Marshall’s var. Bu iki marka içinde bol çeşit ile Amerikan ürünlerini ve bazı tasarım ürünleri oldukça uygun fiyata satıyor. İçeride tekstik, kozmetik, spor envai çeşit ürün bulunuyor. Ralph Lauren ya da Calvin Klein tişortü 15 dolara almak mümkün. Ben de kendimi frenleyerek tadımlık bir alışveriş yapıyorum. Bisikleti bahane ederek, nasıl taşıyacağım derdi ile hevesim kursağımda kalıyor ama olsun, önümüzdeki günlerde New York’a 1 saat mesafedeki Woodbury Outlet’e gitme planımız var. Bir de tabi doların TL olarak hesabı da can sıkmıyor değil. Alışverişi örseleyen bir durum.
Bu yazıyı yazdığım gün Wodburry hikayemizi de tamamlamış oluyoruz. Bu ülkeye gelmeden önce “amaaaan sadece ihtiyacım olan şeyleri alırım, başka da almam” dediğimi yalamış yutmuş olduğumu üzülerek belirtmek isterim.
Hep aynı hikaye “ama bunlar Türkiye’de şu kadar pahalı, ay burada çok uygun at sepete!”
Umarim benim kadar sevmissindir oralari. Ben de gun sayiyorum yeniden o sokaklarin tadini cikartabilmek icin 🙂